Hasta bina sendromu:
İngilizce Sick Building Syndrome ‘dan dilimize çevrilmiş. Amerika Birleşik devletlerinde üç binadan birini etkilediği rapor edilmiş. Depremin bu denli bizi korkuttuğu günümüzde “hasta bina” denildiğinde öncelikle kolay yıkılabilir bina aklımıza geliyor. Burada kast edilen ise gerçekte “bizi hasta eden bina” .
Solunumdan, göze, deriden ağız sağlığına birçok soruna yol açabilen bir sorun.
Birçok hastalıkta tanı kriterleri, testler ve kalıplaşmış tedavi yöntemleri vardır. Hekim hastayı görür, şüphelenir, test eder ve tedavi düzenler. Ancak bina hasta olunca doğrusu bina sizi hasta edince iş biraz karışır. Her şeyden önce hekime başvuran hastanın şikayetleri bir çok hastalıkta olabilen hatta zorlayıcı iş koşullarının sonucu olabilecek belirtiler olabilir.
Baş ağrısı, yorgunluk hissi, uyuma eğilimi, gerginlik, ağız burun kuruluğu, deri ve gözde kuruma buna bağlı kaşıntılar, öksürük… Bu yakınmalar ile gelen bir hastada, enfeksiyondan, şeker hastalığına, astımdan, romatizmaya birçok tanı düşünülebilir. Hiç bir tanıya ulaşılamadığında sıkıntı, kaygı, depresyon... Denilip geçiştirildiği de çok olur.
Hasta bina sendromunda yakınmalar binaya girdikten 1-2 saat sonra başlar, binadan ayrıldıktan sonra ki saat içinde kaybolur. Ancak sürekli bu binada çalışanlarda her gün aynı sorun yaşandığından bazı yakınmalar süreklilik kazanabilir.
Çalıştığınız binada bu ve benzeri sorunları olanlar çoksa hafta sonları ve tatillerde sorun ortadan kalkıyor yada azalıyorsa, çalıştığınız binada işe başlamadan önce bu sorunlarınız yoksa “hasta bina sendromu” olabilirsiniz.
Sendrom kadınlarda daha çok görülür. Kalabalık ofis odasında çalışanlarda, yazıcılı odalarda, kağıdın çok kullanıldığı alanlarda zirve yapar. Yüksek ısılı ( 23oC ve üstü ısıda) alanların sorunu tetiklediği bilinir.
Peki neden oluyor?
Hasta bina sendromunu ve diğer binaya bağlı solunum sorunlarını anlamak için binada ne soluduğumuzu gözden geçirmeliyiz.
Öncelikle bizim oksijen alıp dışarıya karbondioksit (CO2) verdiğimizle başlayalım. Dış ortamda 300-400 ppm karbondioksit vardır. (Ppm, milyonda partikül olarak anılan bir ölçü birimidir.) Kapalı alanlarda karbondioksit 800-1000 ppm arasında tutulmaya çalışılır. Avrupa standartlarında karbondioksit kapalı alanda 1500 ppm i geçmemelidir. Bu 5000 ppm i geçerse baş ağrısı, bulantı, halsizlik, uyku haline yol açar. 40 000 ppm üstünde ölüme yol açabilir.
Karbonmonoksit: Açık havada kırsalda karbonmonoksit (CO) nerdeyse 0 ppm dir. Şehirde 0-5 ppm arasında değişir. Şehirde ki artış egzos gazlarından gelir. Kapalı alanda da her türlü soba, sigara dumanı ve gaz üreten her türlü ısıtıcı karbon monoksit üretir. Bir ortamda karbonmonoksit 5 ppm i geçerse hızla neden araştırılmalıdır. Temizlenmemiş bacalar, uygun inşaa edilmemiş bacalar sobada ki karbonmonoksiti iç ortamda biriktirip zehirlenmeye yol açar. “Bursa’da lodos can aldı”.. haberlerinin nedeni budur. Sigaranın kapalı alanlarda serbest olduğu zamanlarda “duman altı “ olduğumuzda karbonmonoksit önde gelen zararlı idi.
Diğer hava kirleticiler: Karbondioksit ve karbonmonoksit dışında düşük miktarlarda da olsa bina havasında başımıza bela olan maddeler var. Yer döşemleri, duvar boyları, tavan ve duvar kaplamalarının üretildiği maddeler. Bunların bir kısmı kanserojen maddelerden yapılıyor, özellikle yapıştırılmaları için kullanılan uçucu maddeler solvent içeriyor. Havalanma birde yetersizse gün boyu bu maddeleri soluyoruz.
Ofiste kullandığımız yazıcı, faks benzeri baskı aygıtları ozon ve toz üreterek havamızı bir kez daha kirletiyor.
Bu kirleticilere ek olarak alerji nedeni de olabilen küfler ve ev tozu akarları özelikle halı kaplama ofislerde hava kirliliğine yol açabiliyorlar.
Havalandırma sistemlerinin sadece akım üretici olanlarında kanalda biriken, küf, polen, non-organik tozlar sorun yaratırken, soğutuculu sistemlerde (klima) su kullanıldığı için daha ciddi sorunlar ortaya çıkabiliyor. Bu bölümde ayrıca ele alınacak olan lejyoner hastalığı en ciddi klima hastalığıdır. Bunun dışında da merkezi klimaların su depoları birçok mikrop içinde üreme kaynağı olabilmektedir. Bunu engellemek için kullanılan kimyasallarında ayrı sorunlar yaratabileceği düşünülürse kapalı alanda çalışmanın ve bu alanları sağlıkla hale getirmek için yapılan çalışmaların ne denli zor olduğunu kestirmek zor olmaz.